Broken Rose

Broken Rose

Wednesday, February 21, 2007

Someone's Picture

Bir çocuk varmış, deli dolu, umut dolu... hergün neşe içinde oyun oynar etrafa gülücükler saçarmış. Gece olunca bi sonraki günün ne kadar güzel olacağını düşünüp yüzünde huzur ve mutluluk ifadesiyle sıcacık yatağına girermiş. Bir süre çocuk hayatına böyle devam etmiş. Sonra birgün dışarda yine oyun oynarken mahalleye yeni birilerinin taşındığını görmüş, neşe içinde o çocukların yanına gitmiş. Bu çocuklar ondan biraz farklılarmış, oyunları bir çocuğun oynayabileceği oyunlardan farklıymış. Ama o yeni arkadaşlar edinmenin mutluluğuyla onlara ayak uydurmaya başlamış. Bir yandan da onların eğlence biçimi ona farklı gelmiş ve o da onlar gibi olmak istemiş. Eskiden beraber oynadığı arkadaşları ise onu hep uzaktan uzaktan seyretmeye başlamışlar. En başta herşey gayet güzel gidiyormuş, hatta grubun git gide genişlemesiyle yeni yeni arkadaşlar ediniyormuş. Grubun içinde çok sevdiği bir kız da varmış, çok iyi dost olmuşlar, beraber yemek yerlermiş, evlere beraber yürürlermiş, sürekli muhabbet edip birbirlerine şakalar yapıp gülerlermiş. Yine bir gün dışarıda haylazlık yaparlarken grup içinde bir tartışma çıkmış,tartışma gitgide büyümüş ve kavgaya dönüşmüş. Aralarında itişip dururlarken bir çocuk o küçük kıza çarpmış ve kız dengesini kaybedip yere düşmüş, kafasını büyük bir taşın sivri köşesine çarpmış. O anda o hariç kimse kızın düştüğünü farketmemiş. O görüntü karşısında can havliyle bağıran çocuğun çığlığı herkesi susturmuş. Kızın başından yığınla kan akıyormuş. Ailelere haber verilmiş, kız hastaneye kaldırılmış ama yinede kurtarılamamış. Çocuk o günden sonra kendini eve kapatmış, hergün kendini hıçkırıklara boğuyormuş, belki de gerçekten boğulmak istediği için... sonra umudunu tekrar geri kazanmış, tekrar mutlu olmaya çalışmış, eskileri aklından silmiş, tabi biraz daha büyümüş bu zamanda, okula gelip gidiyormuş, yine arkadaş edinmeye başlamış, hayatın düzeldiğine inanmaya başlamış o hala çocuk sayılabilecek aklıyla... yine birşeyler ters gitmeye başlamış, tam ihtiyacı olduğu anda en iyi arkadaşı, dostu olduğunu düşündüğü insan onu yüzüstü bırakıp gitmiş. O ne yapacağını bilememiş, elleri ayakları birbirine dolanmaya başlamış, yalnız kalmış, tekrar umutsuz olmak istemiyormuş, umudu tükenince daha çok mutsuz olacağını biliyormuş, herkesin aynı olmadığını düşünmek istiyormuş, karamsarlığın onun içini yiyip bitirmesine göz yummak istemiyormuş. O yüzden o da en iyisini yaparak onu düşünmeyen insanları düşünmemeye başlamış ve yeni arayışlar içine girmiş. Artık zaman ilerliyor ve o daha da büyüyüp genç bir adam olmuş. Tekrar keşfetmeye başlamış hayatı büyük bir umut içerisinde. Büyümüş olmasına rağmen insanların ne kadar zararlı ve hain olabileceini düşünmüyormuş ama, belki de düşünüyor ama öyle olmadıklarını bilmek istiyordu, hayata dair umudunu kaybetmemek için, mutluluğa aç olduğu için kim bilir...ama insanlar malesef onun kadar saf bi ruha sahip değiller ve yine onu üzmüşler hem de en kötü biçimde belki de, onun arkasından işler çevirmişler ve bir anda ortadan kaybolmuşlar. Duyduklarına gördüklerine inanmayan gencin hayatı bir kez daha mahvolmuş, eskiden yaşadığı şeyler de bir anda ortaya çıkmışlar o gün. Artık lanet ediyormuş hayata, bu kadar erken yaşta hayatın acı yüzleriyle başbaşa kaldığı için hayattan bıkmış, yorulmuş ama yinede çareyi ölümde bulmamış, acıyı hissettirdiği kadar güçlendirmiş de bu dünya onu...Umudun devam etmesine gerek kalmamış artık, çünkü umut insanı daha çok bitiriyormuş, umutsuz olup herşeye hazırlıklı olmak gerektiğinin farkına varmış ve yemin etmiş artık insanlara bağlanmayacağına, onlara güvenmeyeceğine, ona dost olacak kişinin kendinden başka kimsenin olmayacağına inanmış. Uzak yerlere kaçmış yeni bir hayata başlamak için; duygulardan, güvenden, umuttan, bütün iyi duygulardan uzak bir hayata... arkadaşlar edinmiş ama gerçek dostlar değil asla, sadece meşgul olup eskiyi düşünmemek için, birsürü meşguliyet bulmuş kendine, sürekli birşeyler yapıyormuş, akşamına da yorulup yatağına giriyormuş hemen düşünmemek için veya yorgunluktan düşüncek vakti olmuyormuş zaten... Ona gerçekten yaklaşmak, onun içindeki hüznü anlayabilmek ve ona tedavi olabilmek için yaklaşan insanları uzaklaştırıyormuş kendinden; hayal kırıklığına artık tahammülü kalmadığı için ve o insanları da onu üzen insanlar gibi üzmemek için. Bunun için kötü bir insan olmaya çalışıyormuş ondan uzaklaşsınlar diye ama onu içten içe tanıyanlar buna inanmıyormuş. Ona ulaşmanın imkansız olduğunu bildikleri, onu bir nebze anladıkları için onu o haliyle kabul ediyorlarmış ve içlerinde onu saklayıp uzaktan onu izliyor, ona destek olmaya çalışıyorlarmış. Bir yandan da onu bu hale getiren insanları lanetliyorlarmış, böyle bir hayatı haketmediği için, o mutlu olmadığı ve hiç gerçekten mutlu olamayacağını bildikleri için... bir yandan da dünya üstü güçlerinin olmasını istiyorlarmış, bir sihirli değneklerinin olmasını ve onunla puf yaptıklarında bütün kötü şeyleri silmek, onu mutlu etmek istiyorlarmış, sadece onu mutlu görmek istiyorlarmış... ama ne yazıkki bu dünyada sihirli değnek diye birşey yok, burası gerçek ama bir yandan yalan denizleriyle kaplı bir hayat...

Esra Kaya 2005

A misty chamber for a broken self
Whose world lies shattered on the floor
He has no friends just a grey-blue chair
His mind is focused on the wall
"desperation and gloominess
nerves are numb...fragments of a fettered sun"
There is someone who stays in the plain house
Like a pale weathered shade behind windows
There is someone who sees cruel pictures
While he walks down the road dead tired
He's waiting there for an end to come
It's so unjust that he can't leave
The aching tune of his solitude
Will always whisper through that night
"a mirror to wonder...words won't save me
flattering darkness...fragments of a fading light"

AUTUMNBLAZE

No comments: