yazmak, kalbimizin bir eseridir ve bu kalp sadece ve sadece en etkili umutsuz anlarında üretken olur, sözlerle ifade etmekten çekinir, anlaşılmayacağından endişe eder ve kelimelerle ifade etmeye çalışır... yaşanmışlıkların, anıların, çaresizliğin, umutsuzlukların ürünlerini...
bu kuzgun gecede sana yazıyorum...sen de benim gibi yalnız mısın? bir iç çekiş ve sonrası, kelimelere, cümlelere döküyorum herşeyi, kederimi, kederini...
bu yazı, yalnız ve sevgisiz gecelerde sana musallat olan şeytan için, geçmişinin silinmeyen hatıraları, acıları için... benim sana unutturamadığım bu anılar... ruhunu lekeleyen gölgeler, kayıplarının yankıları için... beni sana yaklaştırmayan görünmeyen duvarlar...
bu yazı senin bağışlanman için, kendini bağışlaman için, geçmişin izlerinden kurtulman için... senin yüreğine sapladığım hüzün için, benim hüzünlerimi sana aktardığım, iki kişilik üzüntü duyduğun için... bütün bunları geride bırakman ve önünde seni bekleyen hayata, yola adım atman için... geçmişinden uzak... korkuyla fakat umutla, kayboluştan kurtuluşa...
bir iç çekişle mi uyandın, gülümsemeden, öyle değil mi? bu yüce gecede kuzgunların kederini duydun mu? senin ve benim için kederlenmelerini, belki de kederlerimizle bize mesajlar iletmelerini, görünmeyen duvarları yıkmalarını... tam bu gecede...
bu yazı, yalnız ve sevgisiz gecelerde bana musallat olan şeytan için, sana unutturamadığım geçmişin verdiği hüzün için... ruhumu lekeleyen gölgeler, kayıplarımın yankıları için... sana yaklaştırmayan duvarlara lanetler edişim için, kendimi unutmalarım için...
bu yazı benim bağışlanmam için, kendimi bağışlamam için, yaptıklarımdan pişmanlık duymamam için... benim yüreğime sapladığın hüzün için, senin hüzünlerine ortak olmaya çalışmalarım için... bütün bunları geride bırakmam ve önümde beni bekleyen hayata, yola adım atmam için... senin geçmişinden uzak... korkuyla fakat umutla, kayboluştan kurtuluşa...
what is this feeling? what is this pain? pushing inside and outside feeling and not feeling all together, at the same time
what are the questions? what are the solutions? rolling around my mind knowing and not knowing all together, at the same time
am I blind or what? as if in a glass prison there mist stands across my eyes cloudy and gloomy
am I deaf or what? as if in a prison of my body there lies only my inner voices shut to the outside
am I dreaming or what? what if the visions I saw what if the voices I heard I remember! what are those? that I created or not? delusions? no can not be reality? yes should be I don't know what to know I don't know what to feel I just want somebody to tell me the truth! real truth! there goes pain from my mind to my soul my heart bursts me down I just want! just want! ENOUGH!
Başarılı bir opera sanatçısı, bütün hayatı koca bir ekiple, şehir şehir, ülke ülke dolaşarak turlarda geçen bir kadın... sahneye çıktığı an izleyiciyi büyüleyen, seyretmeye doyamaz hale getiren bir kadın... oyun boyunca ne bir ses ne bir seda, ne uyuklayan ne de alkışlayan bir seyirci kitlesi... ses ve mimiklerin birbiriyle tam bir uyumunu yaşatan mükemmel bir sanatçı... müziğin gelişinden anlaşılır, mutlu bir an!... sesi çığılıklara bürünür sanki, mutluluğun haykırışları bellidir, yüzünde bir gülümseme yeter ne kadar mutlu olduğunu anlamak için... başka bir sahne; o da ne! Sarayın hayaleti! prenses kaçmaktadır sarayın karmaşık koridorlarında, kalbi çarpmaktadır, derin nefes alıp vermesiyle söylediği sözler, korku ve karmaşıklık dolu gözler... perdeler açılır ağlamaklı bir keman sesiyle... sevgilisi ölmüş kollarında yatmaktadır köylü kızının, kralın şövalyeleri öldürmüşler bir emirle, genç çobanı... köylü kızı ağlamaklı, dudaklardan zor dökülür sözler, göz yumukları parlak ama donuk bakışlarıyla... yine bir mükemmeliyet... etraf suskun, etraf sakin, etraf yaşamaktadır... o anı... perde kapanır... tekrar açılır... ve... işte alkış zamanı... bütün bir zerafet ve kibarlığıyla selamlar izleyicileri... perde kapanır yine... hayal ederek oynar oyununu, anlamları yaşayarak söyler sözleri... sakindir... kalabalık önünde olmasının bir heyecanı, önemi yoktur... izleyiciye baktığında, canlandırdığı sahne gözlerinin önündedir, bir tek izleyeni bile farketmeyecek kadar oyuna vermiştir kendini... onu heyecanlandıracak olan orada değildir... hızlı kalp çarpmalarının tir tir titremesine neden olduğu, hareketlerinin kontrolünü yitirdiği ana sebep olacak olan orada değildir...
Sahne arkasında izleyicilerin ayak seslerini dinler... sık darbelerden seyrelen ayak seslerine... son bir vuruş ve sessizlik... salon boşalmıştır... sahne arkasını şöyle bir tarar... etraf sakin, etraf sessiz, sahneye gider yavaş adımlarla... en öne, en ortaya gelir... ellerini önde kavuşturarak dikilir... gözleri kocaman açık, derinleşen karanlığa bakar... dikkatinin çekebileceği birşeyleri arar gözleri, donup kalacağı, heyecanlanacağı birşeyler, bir obje belki de... belki de mutlu edebilecek bir ışık hüzmesi, belki de korkacağı bir karaltı, belki de ağlamasını sağlayabilecek bir yağmur sesi... ve öylece dikilir... belki bir, belki iki saat... donuk, anlamsız, ifadesiz, ne hissettiği belli olmayan donuk gözlerle... oyunlarının aksine... bekler onu öylece her oyun sonrası... geldiği anda heyecanlanacağı, ona yaklaştıkça kalp atışlarını duyacağı, karşısında durduğunda sözlerinin boğazında düğümleneceği, birden sarıldığında ağlayacağı, ağladıktan sonra gözlerini silip gülümsemesi karşısında gözlerini kısıp gülümseyeceği, dudaklarına yaklaştıkça nefes alamayacağı, öptüğünde anın duracağı, ayrıldıklarında kaybetme korkusunu hissedeceği... onu... bekleyiş anlarının, hissizlik anlarının, donuk anların telafisi, oyunları... düşünün ki telafileriyle nasıl etkileyebiliyor izleyiciyi... düşünün ki beklemelerin bittiği, onun geldiği anı... şahit olduğunuzu düşünün... kelimelerle ifade edilemez bir etki...
Sevgi, karşılıksız olmalıdır derler her zaman, olduğu haliyle sevmelisin karşındakini derler, ne bir değişiklik ne de karşılık bekleyerek değil derler… seviyorsan, karşındaki seni seviyormuş sevmiyormuş umrunda olmamalıdır, çünkü sen yine de sevmişsindir o kişiyi, değişiklik beklenmemelidir hayattan, o kişiden, çünkü o haliyle tanıyıp sevmişsindir… senin sevgine karşılık gelmişse o zaman ne mutlu sana… peki ya değilse… sevgi iki kişiyi de besleyebilir mi… hem ona hem de kendine yetebilir mi… sen sevgini karşındakine vermişken, senin sevgiye ihtiyacını da karşılayabilir mi… bir süre sonra tükenmez mi bunun kaynağı, yokuşu çıkmak gibi daha çok gaza basıp daha fazla benzin harcanmaz mı, yemek yer gibi yedikçe daha çok enzim salgılanmaz mı, sevgi de verdikçe daha çok verilmeye başlanmaz mı... o zaman kendine ayırdığın sevgi ne olacak, yeter mi iki kişi için de sevgi… kendini de sevmeye devam edebilir misin… bir yandan sevgi vermeye devam ederken bir yandan da kendisine sevgi kaynağı aramaya başlamaz mı insan… ta ki karşısına karşılıklı sevgilerini verebilecekleri kişi çıkana dek… hani sevgi karşılıksızdı, ne oldu o sözlere… sevgi karşılıksızmış ne zaman ki o kişi karşına çıkana kadar, karşılıklı birbirinizin sevgi kaynağı olacağınız kişi belirene kadar… ihtiyaçmış sevgi, hem vermek için hem de almak için… vermek istermiş çünkü sevgi biriktikçe insanda rahatsızlık yaratırmış, dolarmış ama taşamazmış… sadece kendini sevmek yetmezmiş başkalarını da sevmek istermiş… almak istermiş çünkü kendini sevmesi için, karşındakine vermesi için kaynağa ihtiyacı olurmuş… çünkü sen kendini sevmişsin ne çare başkası seni sevmeyince, bunu başkalarından da hissetmek istermiş, eninde sonunda yine kendini sevmek için… peki bencillik değil mi şimdi sevgi… bencillik belki ama bir yandan da güzel birşey, karşılıklı olunca, iki insan birbirinin sevgi kaynağı olunca, karşılıklı bencillikten doğan karşılıklı bir mutluluk, dengede bir paylaşım, ne fazla vermek ne de fazla almak… dengesiz bir paylaşım ise dengesiz bir kişilik… fazla sevgi, fazla güven, sevginin içinde boğulmak… az sevgi, az güven, sevgisizliğin içinde kurumak…